İslâmî bir tarih başlangıcı tesbit edilirken Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicreti esas olarak alınmış ve yapılan müzakereler sonunda Muharrem ayı da bu yılın ilk ayı olarak kabul edilmiştir.
Hz. Âdem'den sonra bazı vak'alar, o devrin insanları arasında bir başlangıç noktası olarak kabul edilip daha sonra zuhur eden hadiseler o vak'aya bağlanarak açıklanmaya çalışılmıştır. "Nûh tufanından şu kadar ay veya yıl sonra; Hz. İbrahim'in Nemrud'un ateşinden kurtulmasından şu kadar zaman sonra; Musa aleyhisselâmın Mısır'dan ayrılmasından şu kadar yıl sonra" diye zaman tesbiti ve vak'aların izahını yapmışlardır.
Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın doğumunu tarihî bir mebde olarak kabul edip kendi aralarında bu noktaya bağlı olarak zaman ve tarih tesbiti ile meşgul olmuşlardır.
Hiçbir hususta gayri müslimlerin işlerine özenmeyen ve onların hareketleri ile kendi davranışları arasında benzerlik bulunmamasına âzamî dikkat gösteren müslümanlar, tarih tesbitinde de onlardan farklı bir ölçü kullanmışlardır. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.)'in doğumunu değil, İslâm dininin yayılıp yücelmesini tarih başlangıcı olarak kabul etmişlerdir.
Evet, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'in Medine'ye hicret etmesine kadar, müslümanlarca kabul edilmiş özel bir tarih başlagıcı yoktu. Resulullah (s.a.v.)'in Medinei tâhire'ye göç etmesinden sonra birçok hadiseyi buna bağlı olarak izaha çalışıyorlardı. "Hicretten şu kadar ay sonra" diye konuşuyorlar ve zamanla alâkalı muameleleri bu noktadan hareketle açıklıyorlardı. Bu tesbitlerde sadece ay ve günden bahsediliyor ve fakat yıl tabiri kullanılmıyordu. Meselâ, Bedir savaşının tarihini, hicretten 24 ay sonra diyerek tesbit ediyorlardı.
Bu usul, Peygamber (s.a.v.)'in vefatına kadar böyle devam etti. Sîreti İbni Hişam ve benzeri eserlerde, Resulullah (s.a.v)'in on senelik Medine hayatında, hep ay hesabının kullanıldığını görüyoruz. Hz. Ebu Bekir'in halifelik zamanı ile Ömer (r.a.)'in halifeliğinin ilk dört yılı da bu minval üzere geçmişti. Genişleyen İslâm ülkelerinde tayin edilen valiler ile hilafet müessesesi arasında veya diğer devlet ricali ile yapılan yazışmalarda, gün ay ve yıl tesbit etmek suretiyle tarih kullanılması zarurî hale gelmişti. Bu hususu Hz. Ömer'e arz edenler de oluyordu. Bu lüzumu ilk olarak dile getiren Basra valisi Ebu Musa el-Eş'arî (r.a.) olmuş ve "Yâ emire'lmü'minîn!
Tarafınızdan gönderilen bazı mektuplarda târih yazılmadığını görüyorum. Muamelâtın doğru yürütülebilmesi için tarih konulmasında fayda olduğuna inanıyorum" demiş idi.
Hz. Ömer, bundan sonra yazdığı mektup veya resmi yazılarda tarih koymaya başladı ve kendisine mektup gönderenlere de bu hususu hatırlatır oldu. Bir defasında yıl belirtmek suretiyle tarihi konulmadan sadece "şaban" ayı zikredilen bir mahkeme ilâmı getirmişlerdi. Bu eksikliğe dikkat çeken Hz. Faruk "Bu, hangi senenin şabânıdır? Bu senenin mi, yoksa geçen yılın mı?" diye sorma zaruretini duymuştu. Bu gibi hâller, bir takım araştırma ve soruşturmalara zemin hazırlamaktaydı ve zaman zaman müzâkere mevzuu teşkil etmekteydi.