Üçüncüsü, nurânî ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır, hem ayndır. Fakat aynaların kabiliyeti nisbetinde tezâhür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü'l-emriyesini tamamen tutmuyor.
Meselâ, Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, Dıhye sûretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider. Hem, o anda hesabsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı.
İşte, şu sırdandır ki, mahiyeti nur ve hüviyeti nurâniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvâtlarını birden işitir ve Kıyâmette bütün asfiyâ ile bir anda görüşür; biri birisine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyâde nurâniyet kesb eden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşâhede ediliyormuş. Aynı zât, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.
Evet, nasıl cismâniyâta cam ve su gibi şeyler ayna olur; öyle de, ruhâniyâta dahi hava ve esîr ve âlem-i misâlin bâzı mevcûdâtı ayna hükmünde ve berk ve hayal süratinde bir vâsıta-i seyir ve seyahat sûretine geçerler. Ve o ruhânîler, hayal süratiyle o merâyâ-i nazîfede, o menâzil-i latîfede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.