Genel mahlûkata ait zikir başkadır; “insan”a ait olan başka!.
Burada bahis konusu edilen “zikir”, bütün mahlûkatın yaptığı değil; sadece insanlara şâmil olandır... Çünkü;
“BİZ EMANETİ GÖKLERE, YERE VE DAĞLARA ARZETTİK, ONLAR BUNU YÜKLENMEKTEN KAÇINDILAR, ENDİŞEYE DÜŞTÜLER; İNSAN BUNU YÜKLENDİ.” (33-72)
Âyetinde belirtilen emânettir bu!. .
“Zikir”; insanların asıllarına yöneliş ve tekâmülleri derecesinde, gerçek anlamına uygun bir hâl alır.
Başlangıçtaki zikir dilden, hep bir kelimeyi tekrar ile olur.
Daha sonra bu, içten ve dil hareket etmeksizin olur.
Bundan sonra kalbten zikir gelir... Bunu daha da açık izah etmek istersek, “tefekküri zikir” de diyebiliriz.. Gerçek anlamdaki zikrin, ilk basamağı budur. Bundan evvelkiler, bu basamağa gelmeye yarayan yol gibidir.
Burada birkaç hadîsi şerîfi daha belirtelim.
«Bir saat tefekkür, bir yıllık ibadetten hayırlıdır.»
«Bir saat tefekkür, yetmiş yıllık ibadetten hayırlıdır.»
«Bir saat tefekkür, bin yıllık ibadetten hayırlıdır.»
Böylece kişi, tefekküre başlar... Bu mertebede, dünyadan sıyrılmıştır artık...
Bundan sonra zikir sırdandır... Kişinin, âhıretle dahi alâkası kalmaz.
Ve daha sonra da hafî zikir başlar!. Burada tefekkür, esmâ mânâlarından dahi tecrittedir!. Burada, birlik, mutlak bölünmez birlik tefekkürü ve müşahedesi başlamıştır...
Bütün bunlardan başka, ahfa vardır ki, onun hakkında ne dilin gücü yeter bir şeyler söylemeye; ne de kalemin gücü yeter bir şeyler yazmaya.... Onu, Rab bilir!. Rab’dadır!. Rab’dandır!. Rab’dır!.
Kişi, sırdaki rûhâniyetle zikre başladıktan sonra, artık Rabbın örtüsüne bürünülmüş demektir. Buradaki tefekkür, «Bir saat tefekkür, bir yıllık ibadetten hayırlıdır» hadîsinde bildirilen tefekkürdür ancak.
Daha sonraki erişilen mertebelerde de diğer hadîslerin manâları ortaya çıkar.
Artık bu ve bundan sonraki hâlleri, gerçek yönü, örtü altındakilerden gayrine gizli olmaya başlamıştır.
Muhakkikler, beden, nefs, kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ diye bir tasnif yapmışlar…
Gene bu muhakkikîn, nefs mertebelerini de emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne, Râdiye, Mardiye ve Sâfiye diye tasnif etmiş ve sıralamış kendilerine ulaşan bilgiye ve müşahedelerine dayanarak…