Ask-i Hüda
Mesaj Sayısı : 510 Points : 1334 Kayıt tarihi : 18/09/09 Nerden : İstanbul
| Konu: Ebabil kuşları ve ebrehe ordusu Salı 20 Ekim 2009 - 17:16 | |
| EBABİL KUŞLARI VE EBREHE ORDUSU ALPEREN GÜRBÜZERYemen Hükümdarı kendi ülkesinde özene bezene yaptırdığı muhteşem kilise’sine ilgi gösterilmeyişinin nedenini Kâbe’nin varlığına bağlıyordu. Bu yüzden Arapların Kâbe’ye olan alakaları karşısında küplere binmişti. O halde tek çıkış yolu Kâbe’yi ortadan kaldırmaktı. Nitekim de emrindeki ordularına hücum emri vererek Taife doğru yol aldılar.Taif’e geldiğinde o yörenin insanları dediler ki; senin yıkmak istediğin Beyt burada değil, eğer bizlere dokunmazsan sana bu konuda klavuz verebiliriz de, yeter ki bizi rahat bırakınız. Ebrehe; peki dedi. Derken Ebrehe ve ordusu rehber eşliğinde yola devam ettiler, ilerde bir yerde konakladılar da. Fakat konakladıkları yerde kılavuz olarak görevlendirilen Ebu Riğal’ın karnına ansızın sancı giriverince oracık da yere yığılıp öldü. Bu durum sanki gizli bir güç tarafından birinci ihtar niteliğinde bir ibret vesikası sayılırdı. Ebreh’e bu ibret dolu olayı anlamaktan uzaktı tabiî ki. O hala inadım inat dercesine ordusuna dâhil ettiği fil’in sürücüsünü derhal çağırarak bir süvari bölüğü ile birlikte Mekke halkına ayağınızı denk alın ültimatomu için gönderiverdi.Filin sürücüsü Esved b. Maksud emrindeki Süvari bölüğü eşliğinde Mekke’ye doğru ilerlerken bu arada develere de el koydular. El konulan develer arasında Abdülmuttalib’in develeri de vardı. Süvari Birliği Mekke’ye vardığında Esved b. Maksud sizin önderiniz kimdir diye sordu.Bu sual karşısında ister istemez gözler Abdül Muttalip’e çevrilmişti. Çünkü o Mekke’nin ileri gelenlerindendi. Dolayısıyla Abdulmuttalib’e; Hükümdarın kendileriyle görüşmek istediği bildirildi.Abdülmuttalib; Var git Melikine söyle bizim savaşmak diye bir niyetimiz yok dediyse de Fil’in sürücüsü her ne olursa olsun gelmeniz gerekir deyince çaresiz yola koyulmak zorunda kaldı. Hükümdarın huzuruna alındı. Hükümdar Abdülmuttalib’e:— Ne istiyorsunuz benden?Abdülmuttalib:—Adamların tarafından el konulan develerimi istiyorum, dedi.Ebreh’e şaşırmıştı. Çünkü huzuruna alınan insan; kapılarına kadar dayanan savaşa ramak kala hiç oralı olmadığı gibi bu konunun mevzusunu dahi yapmıyordu. O habire umursamaz tavrıyla iki yüz devenin hesabını soruyordu hala. Ebreh’e sonunda merakını yenemeyince dayanamayıp şunu sordu:—Hâlbuki ben sizce kutsal olan Beyt’i yıkmaya geldim, sen ise develerin derdine düşmüşsün, bu ne iştir, doğrusu anlamış değilim.Abdülmuttalib Peygamber dedesine yakışır cevabı verdi:— Develerin sahibi benim, Beyt’i de sahibi korur elbet, deyince Ebrehe sinir krizi geçirircesine:— İşte sen, işte develerin, verin develerini bu adama da ne hali varsa görsün demek zorunda kaldı.Abdülmuttalib develeri ile birlikte Mekke’ye döndüğünde olanları halka anlatmakla kalmadı, bu arada Mekke halkına şehri boşaltmakta fayda olduğunu, üzerimize koca bir ordunun gelmek üzere olduğunu da haber verdi. Tabii bu durumda halk dağlara çekilerek gelecek olan orduyu beklemeye koyulmak zorunda kaldılar.Ebrehe hala Arapların o taş binaya bağlayan gücün sırrını çözememenin derin düşüncesiyle meşguldü. Öyle ki o taş bina ayakta kaldığı sürece kendi yaptırdığı kiliseyi sevdiremiyeceğini bilinciyle, Habeşistan’dan gelen takviye kuvvet niteliğindeki Mahmud adlı Fil öncülüğündeki orduya hücum emri verdi de. Fakat emir vermekle iş bitmiyordu. Çünkü bütün uğraşmalara rağmen fil bir türlü yerinden kalkmıyordu. Fil yere mıhlanmıştı sanki. Sonunda hayvana mızrak darbeleriyle vurmaya başladılar acımasızca. Öyle ki filin derisinden kanlar fışkırmasına rağmen tınmıyordu hala. Belli ki hayvanda olsa gizli bir ilahi kaynaktan emir almış görevini yapıyordu. Aslında Fil’in kalkmaması ikinci ibret vari ihtardı belki de, ama anlayana. En nihayet fille uğraşmaktan vazgeçip pes ettiler. Zira fil’i de orda bırakıp yola devam ettiler.Mekke’ye tam yaklaşacakları sırada bu seferde ansızın gökte beliren kuş ordusu gözükmeye başladı. Semadaki kuş ordusu Fil vakasını hafızalardan silmişti ama şimdi bambaşka bir tufanla karşı karşıya kalmanın heyecanına kapıldılar. Nefesler tutuldu o an, fırtınadan önce sessizliği andırıyordu etraf adeta, gözler pür dikkat kuşlarda idi, acaba ne yapacaklar diye merak sardı herkesi. Nihayet üçüncü uyarı, hatta son vuruş diyebileceğimiz son ibret vari ikaz fırtınadan önceki sessizliği bozmaya yetti bile. Nitekim gökten sağanak sağanak inen nohuttan küçük taşlarla kocaman ordu hezimete uğratıldı bir anda. Ebreh’e Ebabil kuş sürülerinin akınıyla yenilgisinin tatmanın yanısıra, vücuduna isabet eden mermilerle (taş parçaları) dönüş yaparken bir zaman Abdülmuttalib’in kendisine söylediği sözleri bir kez daha zihnin de yankılanmaya başladı için için;— Develerin sahibi benim, Beyt’i ise sahibi koruyacaktır elbet!Gerçektende Kâbe’nin sahibinin koruduğunu son ikazla anlamış olsa da artık vakit çok geçti, son pişmanlık fayda vermeyecekti. Bu arada vücuduna isabet alan ağır darbelerin yol açtığı sancıların ızdırabıyla her geçen gün ölüme yaklaştığını derinden hisseder gibiydi. Nitekim çürüyen bedenin akıbetinin fiyaskoyla sonuçlandığını görmesi onun için ölümden de beter vaziyetti. Son nefesini vermeye yakın demlerde vücudu öyle bir hale geldi ki kendisi bile kendisinden iğrenir hale gelmişti. Hatta etrafındaki insanların bile ondan hızla kaçtıkları gözlerden kaçmıyordu. Nihayet terkedilmiş bir adam olarak pisipisine bu dünyadan göç eyledi.Her şeyden öte tarihe Fil vakası olarak geçen bu olay aslında Habib-i Kibriya’nın artık yeryüzüne şeref vereceğinin bir alametiydi. Velhasıl; bu olay olduğu zaman Âmine annemizin doğumunun yaklaştığı günlerdi | |
|