Gufranla Tüllenen Ay
Hiç
dinmeyen bir neşe, hiç bitmeyen bir zevk, hiç eksilmeyen bir aşkla,
tütüp giden bir ay varsa o da Ramazandır. Bir sene içinde geçen bütün
nazlı mevsimlerin, ayların özünü, ruhunu, gerçek manasını ve onlardan
süzülmüş, toplanmış üsareleri en tatlı bir şive ile sunan Ramazan
günleri, Ramazan geceleri; her lahza, gönülleri ayrı bir haz ve ayrı
bir tatlılıkla sarar, şefkatle onları kucaklar, muhabbetle okşar ve
yaşama zevkiyle coşturur.
Ramazan günleri, dünyanın her yanında, husûsiyle müslüman ülkelerde
ve müslümanlar arasında ve hele bizim dünyamızda bütün alâkalara
merkez, bütün ruhânî zevklere meydan, bütün heyecanlara sahne, bütün
terakkîlere nurdan bir helezon ve bütün insânî hususiyetlerin
inkişâfına açık bir fırsat, bir ganimet alanıdır.
Geceleri ayrı bir duygu, gündüzleri ayrı bir aydınlıkla tulû’ eden
Ramazan günleri, gönüllere ayrı bir ruh çalar geçer.. ve toplumun
birbirinden kopmuş parçalarını biraraya getirir, bütünleştirir, bütün
inzivâzedelere cemaat yolunu açar ve onların gurbetlerini izâle eder..
herkese değişik buudda bir his ve fikir ziyafeti verir ve herkesi bir
kere daha hayata uyarır.
Ramazan, minarelerin başındaki mahyâlardan camilerin derûnundaki
âvizelere, mescitlere uzanan yolların sağındaki, solundaki
kandillerinden evlerimizin içindeki lambalara, müminlerin yüzlerindeki
duruluktan, gönüllerindeki aydınlığa kadar her yerde ışıkla tüllenir.
Hele, dinin yeniden gençliğe erdiği günümüzde o, seher yellerine açık
sahurları ve gizli lûtufların tecellileriyle tüten iftarlarıyla öyle
farklı bir hava, farklı bir ziya ve farklı bir şive ile gelip gönülleri
okşar ki, olsa olsa ancak, aşkın vuslat ümidiyle kanatlanması bu kadar
cezbedici, bu kadar imrendirici olabilir. Sanki Ramazan ayına kadar
ruhun sonsuzluk iştiyakı ile insan arasında bir perde varmış da oruçla
o perde aralanıyor gibi olur.. ve o âna kadar kalbin bir köşesinde
sessiz sessiz uyuyan aşk u şevk birdenbire canlanır, kabarır, köpürür;
bütün benliği sarar ve önüne geçilmez bir vuslat arzusuna inkılâb eder.
Bu mukaddes arzuyu gerçekleştirme yolunda, üfül üfül bâd-ı tecellilerin
estiği seherler kollanır, insanlar için hep ötelere açık birer menfez
gibi müşahid bekleyen namaz vakitleri olabildiğince değerlendirilir..
ruhlara revh u reyhân teravihlerle gönüller coşturulur.. ve duygulara
kâse kâse İlâhî nefahât içirilir.. derken, herkes derecesine göre adeta
uhrevîleşir, ledünnîleşir ve birer melek halini alır.
Ramazan, Kur’an ayı olması itibariyle bütün bir sene Kur’an’dan uzak
kalmış olanlar bile ciddi bir susamışlık içinde, kendilerini o nûrefşân
iklimde bulur.. ve Kur’an’ın sağnak sağnak onların başlarına boşalttığı
ruh, mânâ, esrar ve eltafla benliklerinin kurumaya yüz tutmuş bütün
vadilerini sular.. bir baştan bir başa gönül dünyalarını tıpkı bir
çiçek bahçesi haline getirir ve onları varolma zevkiyle coşturur.
Onlar, Kur’an’da bütün varlığı duyar ve dinler; duygu ve düşünceleriyle
kanatlanır.. Kur’an’da bütün hilkatin soluklandığını hisseder,
ürperir.. yer yer ra’şelerle kendilerinden geçer; zaman zaman da
gözyaşlarıyla nefes alır, gözyaşlarıyla boşalır, aradan perdelerin
kalktığını duyar, Allah’a yakınlardan daha yakın olduklarını hisseder
ve kendilerini âdeta bir zevk zemzemesi içinde bulurlar.
Kur’an’ın ledünnî muhtevasını ancak, onda bütün varlığın sesini
duyabilenler ve onun derinliklerinde insan ruhuna ait korku ve ümit,
tasa ve sevinç, keder ve neşe mûsikîsini birden dinleyebilenler anlar.
O’nu sanki kendine inmiş gibi dinleyebilen zaman-üstü ruhlar, O’nda
cennet meyvelerinin lezzetini, Firdevs bahçelerinin renk ve
güzelliğini, Reyyan yamaçlarının çağlayan ve manzaralarını müşahede
eder ve onunla gürül gürül hâle gelirler. Kur’an’ı, Ramazan’ın
şeffaflaştırıcılığı ve kalbin kadirşinas ölçüleriyle ele alıp onun
derinliklerine yelken açabilen saf gönüller, her lâhza ayrı bir uhrevî
kıymete ulaştıklarını hisseder ve her an “bekâ”nın ayrı bir buuduyla
tanışırlar. Bu insanların düşünce ve hayatlarında “metafizik”, “fizik”i
tamamlar, mana da, maddenin gerçek muhteva ve değeri olur ve herşey
perde arkası kıymetleriyle ortaya çıkar. Ve yine bu insanların
çehrelerinde sanki, İlâhî isim ve sıfatların engin dairesine açık
bulunmadan mülhem, gizli bir seziş, derin ve farklı bir anlayış ve
Kur’an’la inlemiş günlerin uhrevîliklerinden kalma bir olgunluk, bir
doygunluk, bir safvet, bir içtenlik ve îmanın altın zevkleriyle
beslenmiş bir letâfet, bir cazibe ve bir mürüvvet çağlıyor gibi bir
büyü hissedilir. Onlar, hiçbir şey konuşmasa, hiçbir şey anlatmasalar
bile, o anlamlı tavırlarından, edâlarından, endamlarından,
bakışlarından, duruşlarından bu manalar her zaman taşar gelir, gelir ve
her tarafta yankılanırlar.
Kur’an kanatlı ve Kur’an buudlu Ramazan-ı şerif kadar gecesi ayrı
nurâniliğe ve gündüzü de ayrı aydınlıklara açık bir başka ay yoktur.
İnsan, her yeni Ramazan’la bir kere daha, hem de bütün tazeliğiyle
Kur’an’ı ve O’nun gökler ötesi kaynağını, tüllenen İlâhî marifeti ve
O’nun kevn ü mekânlara dağılmış işaretlerini, Allah aşkını ve O’nun
inanmış sîmalardaki pırıl pırıl izlerini görür, duyar ve sezer. Evet,
Ramazan’da Kur’an bütün bir kaderin yonttuğu bu pırıl pırıl yüzlerin ve
bütün bir mananın iç derinliğini gösteren bu ışıl ışıl gözlerin
hepsinde ayrı bir uhrevîlikle parıldar.. kadın-erkek, yaşlı-genç,
zengin-fakîr, âlim-cahil, aristokrat-halk hemen herkes bu mübarek zaman
diliminde hayat ve yaşayış basamakları itibariyle ramazanlanır ve
Ramazan’la gelen manaları soluklar...
Evet, herkes isti’dadına göre ve kabiliyetinin elverdiği ölçüde
onunla değişik bir buudda, çeşitli münasebetsizliklerden, insanı
başaşağı götüren rezîlelerden ve bütün manevî kirlerden arınır,
nurlanır.. ve cennetlere ehil hale gelir. Ramazan ayı, yümün ve
bereketiyle o kadar zengindir ki, gölgesine sığınan hemen herkes O’nun
servet ve gınasından istifâde eder ve uhrevî sultanlıklara erebilir:
Gençler-ihtiyarlar, sağlam mü’minler-ârızalılar, zekiler-ahmaklar,
akıllılar-deliler, eşyanın perde arkasına kapalı olanlar-açık
bulunanlar, bir işe yarayanlar-yara-mayanlar, havadan nem
kapanlar-yağmurun altında bile ıslanmayanlar, hâkim olmak için
yaratılmış bulunanlar-mahkûm olarak dünyaya gönderilenler, binbir gâile
içinde dahi dimdik ayakta durmasını bilenler-en küçük sarsıntıya
mukavemet edemeyerek devrilip gidenler, hayatlarını karamsarlık içinde
ve inleyerek geçirenler-cehennemlerin içinde bile ümit şakıyanlar,
ömürlerini başkalarına dayanarak sürdüren dermansızlar-en onulmaz
dertlerle kıvranırken dahi neşeyle gürleyen iradeler, yaşayışlarını
yeme, içme ve uyumaya göre programlamış tenperverler-yemeyi, içmeyi ve
uyumayı aşmış gerçek insanlar... Evet, bütün bu birbirinden ayrı,
birbirinden farklı sınıflar, değişik ölçülerde de olsa, O’nun aydınlık
ikliminde mutlaka başkalaşır, farklılaşır ve halinin müsaadesi
nisbetinde bir yerlere ulaşırlar.
Ramazan’ın güzellik ve nuraniyeti ve o nuraniyete açık gözlere
akseden varlığın mânâ dolu ihtişamı, bu birbirinden ayrı ve farklı
gruplar üzerine saldığı sır dalga boyundaki bir kısım tayflar
sayesinde, o, kendine has tadı, havası, rûhu ve mana-sıyla gönüllere
öyle bir siner ki, en inatçı kafalar bile mukavemet edemez ve ona
teslim olurlar.
Ramazanda, herşeyi kendi sırlarıyla bürüyen geceler o kadar mûnis ve
tatlı, insanın duygu ve düşüncelerini ayrı bir halâvetle kucaklayan
gündüzler o kadar sıcak ve yumuşak, inanmış simalar o kadar hisli ve
derin, Allah’a davet eden sesler o kadar şefkatli ve bunların hepsinin
ifade ettiği manalar o kadar duygulandırıcıdır ki, bu gufrân ayına
sînelerini açabilenler muvakkaten dahi olsa, tasalardan, kederlerden
birbir sıyrılıp cennet mutluluğunu duyabilirler.
KIRIK TESTI DEN ALINTIDIR...