En Büyük Mucize Kur'an
Şemsettin Kırış
1997 - Ekim, Sayı: 140, Sayfa: 042
İctimaî sahada büyük bir ıslah hareketi ve insanların edindikleri kötü alışkanlıklarını, hırslarını, tutkularını, ahlâkî olmayan heva ve heveslerini bırakmaları hiçbir dönemde kolay olmamıştır. Peygamberler, mucize ve açık delillerle desteklendikleri ve ilahî bir murakabeye mazhar oldukları halde büyük zorluklarla karşılaşmışlar, nebevî ahlâkın ve insanın yaradılışına uygun iyilik ve güzelliklerin yaşandığı dönemler fazla olmamıştır. Ancak yine de ahlâk ve fazilet namına güzel örneklerin yaşandığı dönemlerde bir peygamber soluğunun, siyretinin ve ahlâkının müşahede edildiğini belirtmek gerekir.
Peygamberler, muhatap oldukları insanları ikna etmede Cenab-ı Hakk'ın kudreti ile gösterdikleri mucizelerden yararlanmışlardır. Çünkü ilahî hitap herşeyden önce saf akıla ve salim kafayadır. İlahî dînin getirdiği hayat nizamının güzeliklerine erişmenin yolu öncelikle zihnen ve kalben ikna olmak, iman etmektir. İman amelden önce gelir. Peygamberler, risalet vazîfelerini ifa ederken insanların anlayacağı bir dille hitap etmeye, onlara açık deliller, Kur'ân ifadesi ile "beyyine"ler sunmaya özen göstermişlerdir. Kur'an-ı Kerîm'de birçok ayette peygamberlerin, insanları iknâ edici açık delileri (beyyineleri) Hakka davette kullandıklarına işaret edilir. "Beyyine" açık delil ve huccet demektir. Mucizeler de birer beyyinedirler. Çünkü onlar da bir kimsenin Allah'ın elçisi olduğuna ve davet ettiği şeylerin doğru olduğuna delil olmuşlardır. Hz. Musa (a.s.)'ın mucizelerini gördükleri zaman sihirbazların Firavn'a söyledikleri söz anlamlıdır. Sihirbazlar, "Biz seni bize gelen açık delillere ve bizi yaradana asla tercih etmeyeceğiz"1 demişlerdi.
Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.) de bir çok mucize ile geldi. Bereket duası, isrâ ve mirâc, inşikâk-ı kamer bunlardandır. Fakat onun asıl ve en büyük mucizesi içinde insanları doğru yola ikna edici açık deliller ve hak ile batılı ayırma özelliği bulunan 2 Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Kur'ân-ı Kerîm en büyük mucizedir. Çünkü onun mesajı çağlar üstüdür, ortaya koyduğu delilleri de her devirde geçerlidir? Kur'an hükmünü her dönemde icra etmeye ve insanların lehlerine ya da aleyhlerine huccet olmaya her dönemde devam edecektir.
Kur'ân'a olan yaklaşım biçimlerinde bütün insanlar imtihan halindedir. O ilahî bir kitap olduğunu her lafzında ve her nazm-ı celilinde belli eder. Ancak Kur'an'ın insanlara kapalı gelen mücmel ve müteşabih kısımları da vardır. Böyle olmasaydı Kur'an'ın kendisi bizzat bir imtihan vesilesi olmazdı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.) bir hadis-i şeriflerinde "... Kur'an senin lehine ya da aleyhine huccet olacaktır."3 buyuruyor. Bunun anlamı "Kur'ân'a yaklaşımının nasıl olduğundan imtihan olunacaksın" demektir.
Kur'an'a samîmî olarak yaklaşır ve gönlünü ona açarsan ve ondan anladıklarını yaşamaya çalışırsan o da sana kapalılıklarını açacak ve kayımet günü senin lehine huccet olacak. Ancak sen, Kur'an'a yaklaşımında samîmî değilsen Kur'an sana sırlarını açmayacak ve gün geçtikçe ondan uzaklaşacaksın? Hadis-i şerif bu anlama geliyor. Demek ki Kur'an'a yaklaşımımızdaki samîmiyet ve iyi niyet çok şeyi ifade ediyor.
Kur'an aleyhine kitap yazan ve ona her fırsatta saldıran yazarların eserlerini incelediğimizde ve bu kişilerin halet-i ruhiyelerini tahlil ettiğimizde temel yanlışlarının Kur'an'a yaklaşım biçimleriyle ilgili olduğunu görürüz.
Kur'ân-ı Kerîm'in bizzat kendisinin bir imtihan olması onun kıyamete kadar sürecek olan mucizevî bir yönünü teşkil etmektedir. Kur'an kimi insanların hidayetini kimi insanların da sapıklığını artırmaktadır. Bu Kur'an'ın mucizevî bir özelliğidir. Kur'an'a samimî ve içten, ön yargısız olarak yaklaşırsanız Kur'an size bir hidayet rehberi olur. Yaklaşımınızın ön yargılı olması sadece önceki kanaatlerinizi pekiştirir.
Kur'an'ın mucizevî bir başka yönü de getirdiği hükümler yaşandıkça daha iyi anlaşılır olmasıdır. Kur'an yaşandıkça daha iyi anlaşılır. Kur'an hayatı kucaklamalı, hayatla içiçe olmalı.
Bu durum Efendimiz (s.a.)'in hayatında en güzel biçimiyle gerçekleşmiş. Sahabe-i Kiram'ın Kur'an'a aşinalığının ve onu anlamaya yatkınlığının fazla oluşunun bir sebebi de onun sunduğu hayat nizamının bir örneğini Sevgili Peygamberimizin hayatında görmüş olmalarıdır.
Tâbiûn neslinden olup ismi kaynaklarımızda geçmeyen bir zat, Hz. Âişe validemize (r.anha) gelerek şöyle der: Bana Rasûlullah (s.a.)'ın ahlâkından haber verir misiniz? Bu soruya Hz. Âişe (r.anha) validemiz, yine bir soru ile cevap verir ve der ki: "Sen Kur'an okumuyor musun? Sen "Hiç şüphe yok ki sen yüce bir ahlâk üzerindesin"4 ayetini okumuyor musun? Daha sonra da sorduğu soruya yine bir soru ile karşılık alan muhatabının şaşkıklığını hafifletmek ve peygamber ahlâkının farklılığını ortaya koymak için başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır: Rasûlullah (s.a.) ashabı ile birlikte odamda idi. Kendisine yemek yapmıştım. Hafsa da yemek yapmıştı. Ancak Hafsa benden önce davrandı. Ben cariyeme "Git, Hafsa'nın yemeğini dök" dedim. Onun cariyesi yemeği Rasûlullah (s.a.)ın önüne tam koyacağı sırada, cariyem yetişip vurdu ve tabak kırıldı. Yemek ortalığa dağıldı. Rasûlullah (s.a.) çabuk davranıp kırıkları bir araya getirdi. Deri sofra üzerine dağılan yemekleri topladı ve ashabıyla birlikte yedi. Daha sonra benim yemek kabımı içindeki yemekle birlikte Hafsa'ya gönderdi ve "Kırılan kabınız yerine bu kabı alınız ve içerisindeki yemeği yiyiniz" buyurdu. Bütün bunları yapmama rağmen ben, Rasûlullah (s.a.)'ın yüzünde ve bana karşı tutumunda hiçbir değişiklik görmedim."5 Demek ki nebevi ahlâkın en önemli tarafı sabırla yoğrulmuş olması. Sahabe-i Kiram hayatın içinde her insanın başına gelebilecek çeşitli olaylar karşısında peygamberin davranışlarının farklılığını görüyor, peygamber sabrını ve metanetini görüyor. Bu sabır ve metaneti Hz. Peygamber (s.a.)'e Kur'an aşılamıştır. Cenab-ı Peygamber (s.a.)'i sabra teşvik eden o kadar çok ayet-i kerime var ki bunlar saymakla bitmez. Şu ayet-i kerîme sabrın bütün peygamberlere telkin ve tavsiye edildiğini ifade eder: "O halde sen de pegamberlerden azim sahibi olanların sabrettikleri gibi sabret. Onlar için acele etme..."6
Hz. Peygamber (s.a.)'in Kur'an'dan aldığı ve hayatına yansıttığı bir diğer ahlâk umdesi de aleyhine dahi olsa hakdan ve haklıdan yana yeralmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de birçok âyette hak ve adaletten söz edilmektedir. Meselâ "Bir kavme duyduğunuz öfke ve kin sizi adaletsiz davranmaya sürüklemesin"7 buyuruluyor. bir başka ayette de "Ey iman edenler, kendinizin ana-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa adeleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun..."8 buyuruluyor. Kendimiz ve yakınlarımız aleyhine bile olsa doğruluktan, hak ve adaletten ayrılmamak gerekiyor. Bu güzel özelliği en çok Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.)'in hayatında görüyoruz.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: Bir bedevî Rasûlullah (s.a.)'a gelerek uhdesinde bulunan alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hatta "Borcunu ödeyinceye kadar seni sıkıştıracağım" dedi. Ashab-ı Kiram bedeviyi azarlayıp "Yazıklar olsun sana. Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun" dediler. Adam "Ben hakkımı talep ediyorum" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.) ashabına hitaben "Sizler niçin hak sahibinden yana değilsiniz" buyurdu. Sonra da Havle binti Kays (r.a.) haber göndererek "Sende kuru hurma varsa benim borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz" dedi. Kadın, "Hay hay, babam sana kurban olsun, elbette veririm ey Allah'ın Rasûlü" diyerek Rasûlullah (s.a.)'a borç verdi. Cenab-ı Peygamber (s.a.) bedevîye borcunu ödediği gibi bir de yemek ikram etti. Bedevî de "Borcunu tastamam ödedin. Allah da mükafatını tam versin" diyerek memnuniyetini izhar etti. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.) şöyle buyurdu: "İnsanların en hayırlıları borçlarını ödeyenlerdir. İçlerindeki zayıfların incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflâh olmaz"9
İşte Allah'ın Rasûlü böye yüce ahlâka sahipti. Daima hakdan ve haklıdan yana tavır aldı. Onun ortaya koyduğu ahlâk Kur'an'ı doğruladı. Kur'an da onun ahlâkı ve muamelâtı ile daha iyi anlaşıldı.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.)'in en büyük mucizesi olan Kur'an'ın mucizevî tarafını onun hükümlerinin hayata ve hadiselere aksettirilmesinde aramamız gerekiyor. Biz Kur'an'ı hayatımıza yansıtmaya gerçekten başarabilirsek göreceksiniz olağanüstü şeyler olacak. Güzel şeyler olacak. Gün müslümanların günü olacak.
DİPNOTLAR:1) Tâhâ (20), 72. 2) Bakara (2), 185. 3) Müslim, taharet 1; Tirmizî, deavât 85; Nesaî, zekât 1; İbn Mace, tahâret 5. 4) Kalem (68), 4. 5) İbn Mâce, ahkâm 14. 6) Ahkâf (46), 35. 7) Mâide (5), 8. Nisa (4), 135. 9) İbn Mace, sadakât 17