A
Mesaj Sayısı : 155 Points : 335 Kayıt tarihi : 21/01/10
| Konu: İki cihanda mutlu olmak için Hesabı Verilebilecek Bir Ömür Sürmek Perş. 21 Ocak 2010 - 23:49 | |
| İki cihanda mutlu olmak için Hesabı Verilebilecek Bir Ömür Sürmek Ali Rıza Temel 2009 - Mayis, Sayı: 279, Sayfa: 013 İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik sorumluluk sahibi olmasıdır. Zira irade sahibidir ve emaneti yüklenmiştir. Cenab-ı Hak yerde ve gökte olan her şeyi imtihan maksadıyla emanet olarak insanın emrine vermiş ve onu bu emanetlerden sorumlu tutmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususu veciz şekilde şöyle ifade buyurmuşlardır. “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz.” (Buhari, Cuma 11) Âkıl ve bâliğ olan herkes sahip olduğu güç ve imkan nisbetinde sorumludur.
İnsanın sorumsuz, başıboş olmadığını yüce Mevla şöyle belirtiyor. “Sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn, 115)
Akıllı insan hem dünyada hem de âhirette hesabını verebileceği bir hayat sürdürmelidir. Hesapsız, kitapsız yaşayanların dünyada ne sıkıntılar çektiğini hepimiz görmekteyiz. Hapisler, tazminatlar, hacizler, iflaslar, mahcubiyetler kasıt, ihmal ve dikkatsizliğin faturası olarak insanın karşısına çıkmaktadır.
Sonsuzluğun ahiretteki faturası ise daha ağırdır. Dünyada insanları aldatmak, mahkemeleri yanıltmak, kanunları delmek, torpil ve nüfuz kullanmak gibi gayr-i meşrû yollarla cezadan kurtulmak mümkün olabilse de, ahiretteki mahkeme-i kübrada bu türlü yollarla aklanmak mümkün değildir. Zira O, mahkemesini mutlak ve yanılmaz hakimi yüce Allah’tır. O, kendi ifadesiyle “ahkemül hâkimin = hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni”dir. İlahi mahkemede delillerin karartılması veya yok edilmesi söz konusu değildir. Herşey sağlam kayıt ve gözetim altındadır. “Andolsun ki insanı biz yarattık, nefsinin ona vesvese verdiğini de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Çünkü o, sağında ve solunda oturan iki alıcı melek onunu işlediklerini kaydeder. İnsan hiç bir söz söylemez ki, yanında onu gözetip söylediklerini kaydeden bir melek bulunmasın.” (Kaf, 16-18)
Bu kayıtlar boşuna tutulmamaktadır. Kameraya alınan hayatın her karesi mahşerde karşımıza çıkacak, hayatın tümünü kapsayan bu flim ödüle mi yoksa ölüme mi lâyık görülecek orada belli olacaktır. “Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görecek, kim de zerer kadar kötülük yaparsa onu da görecektir.” (Zilzâl, 7)
Bir insan seyircilerin karşısında veya bir büyüğün huzurunda söz ve davranışlarına nasıl dikkat ederse aynı duygu ve titizlik içinde Allah’ın ve meleklerin gözetimi altında olduğunu hissetmeli ve hayatı bu şuur içinde yaşamaya gayret etmelidir. İdeal manadaki bu hassasiyet her an yaşanmasada en azından zaman zaman hatırlanarak toparlanmaya ve hayata çeki düzen vermeye çalışılmalıdır. Aksi halde hayat başı boş ve sorumsuz yaşayan hayvanların hayatına dönüşür. Böyle bir hayat mümin hayatı olamaz, olsa olsa kafir hayatı olur. “İnkar edenler dünyada zevk edip geçinirler, hayvanların yediği gibi yerler, onların varacakları yer ateştir.” (Muhammed, 12)
Hayat her yönüyle bir imtihandır. Her imtihanın sonunda kazanmak veya kaybetmek söz konusudur. Ceza ve mükafat imtihanın sonucuyla alakalıdır. Cennet ve cehennem de bu dünya imtihan ve alandaki sonucunu ifade eder. Amellerin değerlendirilmesi “mizan” olarak tanımlanır. “İyiliklerin tartısı ağır basan kendisini mutlu bir hayat içinde bulacak, tartısı hafif gelen ise bir uçurumun girdabına yuvarlanacaktır.” (Kân’a, 6-9)
Ahiretteki hesaba, mahkeme-i kübradaki duruşmaya dair pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifler mevcuttur. “Onlar saflar halinde Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara: Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz sorguya çekilmeniz için bir zaman tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız.” denecektir. Amel defterleri de ortaya konur ve sen günahkarların defterler içinde yazılı olanlardan korktuklarını görürsün. Onlar “Vay başımıza gelenler! Bu kitaba ne olmuş da küçük ve büyük hiç bir şey bırakmamış, hepsini sayıp dökmüş” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 48-49)
Genel olarak kulun nelerden hesaba çekileceğine dair Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır. “Kul, ömrünü ne yolda tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, bedenini nerede eskittiğinden sorguya çekilmedikçe Rabbinin huzurundan ayrılamaz” (Tirmizi, Hadis no: 2417)
Yine hazreti peygamber (s.a.v.) ki şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Kıyamet gününde insanlar başlarında Hz. Yusuf, Hz. Eyyüb ve Hz. Süleyman’ın bulunduğu üç grup halinde sorguya çekilirler.
Allah köle ve hizmetçi konumunda olanı çağırır ve ona: Bana ibadetten seni alıkoyan nedir? Diye sorar. O da: Beni bir Âdem oğluna köle yaptın. Sana ibadete fırsat tanımadı deyince yüce Allah Hz. Yusuf’u çağırır ve: Bu da senin gibi bir köle idi. Ama bu durum onu bana ibadetten alıkoyamadı, diye cevap verir. Bu kişinin cehenneme atılması emredilir.
Sonra dünyada dert ve hastalıklarla imtihan edilen kişiyi çağırır onada aynı soruyu sorar. O da; bana dert ve hastalık verdin, deyince yüce Allah bu sefer Hz. Eyyûb’u çağırır ve; Eyyûb’u seninkinden daha ağır dert ve hastalıklarla imtihan ettim fakat bu durum onu bana ibadetten alıkoymadı der. Bu kişi de cehenneme atılması emredilir.
Sonunda dünyada krallık yapmış kişi getirilir Allah ona, kendisine verdiği güç ve zenginliği hatırlatarak; verdiğim imkanları nasıl kullandın? der. O da krallık sana ibadete engel oldu, deyince yüce Mevla Hz. Süleyman’ı çağırır ve: Bu kulun Süleyman’a senden daha fazla imkan ve meşguliyet verdim. Fakat bu durum onu bana ibadetten alıkoymadı, git, mazeretin kabul edilmedi der. Sonra bu kişininde cehenneme atılması emredilir.” (Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l-ğayb, 21/115)
Herkes kendisine bahane üretebilir. Fakat neticede sadece kendini aldatmış olur. Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklememiş, gücü dahilinde olupda yapamadığı pek çok şeyi de affetmiştir. “O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac, 78)
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.) de ümmeti için daima kolay olanı ihtiyar etmiş. Onlar üzerine kanat germiştir. “Andolsun size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe suresi, 128) Bu kadar kolay olan bir dinin gereklerini yapmamak, üstelik sudan bahaneler üretmek kişiyi hem dünyada hem de ukbâ da zor durumda bırakır.
Her memur verilen görevi hakkıyla yerine getirmek, verilen imkanları yerli yerince kullanmakla yükümlüdür, aksi halde emanete hıyanetlik etmiş olur. Bütün herkes de yer yüzünde bir bakıma Allah’ın memurudur. İlahi emirleri yerine getirmekle görevlidir. Allah’ın emrini tutmamak, O’na isyan etmek her hangi bir âmire isyan gibi görülemez. İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Bilgi ve iradeyle donatıldığı, yerde ve göklerde olan herşey emrine verildiği için sorumluluk altındadır. Kazanmak veya kaybetmek karşı karşıyadır. Bu yönden bakıldığında insan olmak risk almak demektir zaten risk altına girilmeden bir şey elde etmek mümkün değildir.
Hayvanlar akıl ve iradeden mahrum oldukları halde bile zaman zaman tecziye edilirler. Yük taşımaktan kaçan bir eşek veya beygire kamçı veya yemi azaltma cezası verilir. Saldırgan bir köpeği hapsederler. Hayvanlar bile davranışlarına göre muamele görürlerse akıl ve irade sahibi insan da elbette söz ve fiîllerine göre değerlendirilir.
Nimetler arttıkça sorumlulukda artmakta, hesap zorlaşmaktadır. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber zamanında bir genç müslüman olmuş Resulullah ona Tekasür suresini öğretmiş, ayrıca onu evlendirmişti. Delikanlı gerdeğe girince büyük bir çeyiz ve çok malla karşılaştı. Bunun üzerine evden çıktı ve böyle bir evlilik istemediğini söyledi. Resulullah bunun sebebini sorunca genç: Sen bana Tekasür suresini ve orada ki “Sonra o gün nimetlerden mutlaka sorulacaksınız” ayetini öğretmedin mi? Ben bu kadar nimete dair sorulacak sualin cevabını veremem” dedi. (F. Razi, a.g.e. 21/77)
Bilindiği gibi nimetler çeşit çeşittir, görülen, görülmeyen, birlikte olan, olmayan, dünyevî olan, uhrevi olan vs. Yüce Mevla insana olan lutuflarını şöyle açıklıyor: “Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?” (Lokman, 20) “O, istediğiniz şeyler hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymağa kalksanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir. Çok nankördür.” (İbrahim, 34)
Bütün mesele bu sayısız nimetleri farketmek, nimetlerden önce bu nimetleri lutfeden yüce Yaradıcıya yönelmek, ona şükretmek ve bu nimetleri onun rızası istikametinde kullanmaktır.
Bizler ne kadar gayret etsek yaptığımız bütün ibadetler, aldığımız bir nefesin, içtiğimiz bir bardak suyun bile karşılığı olamaz. Mühim olan gücümüz nisbetinde kulluk görevimizi ifâ etmeye çalışmak, emirlere sarılmak, yasaklardan sakınmak, gönül kıblemizi onun rızası istikametine çevirmek ve aczimizi itiraf ederek O’nun afvına ve rahmetine iltica etmektir.
Kullar olarak hayatın inceden inceye hesabını vermemiz mümkün olmamakla beraber hiç olmazsa hasenâtımız seyyiâtımızdan fazla olursa ilahi lutfa mazhar oluruz.
Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi “Kim ince hesaba çekilirse helak olur” (Buhari, İlim, 35) Allah kafirlere adaletiyle müminlere ise lutfuyla muamele eder. Biz O’nun lutfuna sığınıyoruz. Fakat lufta mazhar olmak da iyi niyet, samimi gayret, emirlere güç nisbetinde riayetle mümkündür.
Her işin sonunu, düya ve âhiretteki hesabı düşünerek yaşayanlar sonunda âbad, hesapsız, kitapsız yaşayanlar ise hem dünyada hem de ukbâda berbad olurlar. Mevla iki cihanda âbad olanlardan eylesin.
| |
| |
|