Yeni duyduğum bir dizeyi bugünlerde sık sık tekrarlıyorum… ‘’Yaşamak, hızlı bir ölme biçimidir…’’
Nasıl, beğendin mi?
Hayatının son bulmakta olduğu bu anlarda bu dizeyi senin de duyman gerektiğini düşündüm.
Ne kadar da çaresiz görünüyorsun?
Ölmeni bekliyoruz biliyorsun değil mi?
“Tüm dünya ölmeni bekliyor” diyemeyeceğim. Muhtemelen yan odadakilerin bile haberi yok senden.
Bir haftadır bu hastanedesin, arada ziyaretçilerin geliyor ve birkaç dakika kalıp gidiyorlar…
Sanki yüzünde onları korkutan bir şey var…
Seni seven insanlar da var. Ama senin için bir şey yapamıyorlar.
Ne kadar çok korkuyorsunuz ölümden? Ölümü sevdiren anneleriniz yok mu sizin?
Sizi ölümle terbiye eden…
Kendi yüzünü günlerdir görmüyorsun.
Dışarısından bahsedeyim mi sana?
Sen olmadan da evdeki işler yürüyor. Yokluğuna şimdiden alıştı dünya.
Alt katta doğum hane var. Her gün yeni insanlar geliyor dünyaya.
Görsen o kadar tatlılar ki, hiç birinin yüzünde “ben” yokum.
Onları doğuran annelerin yüzlerindeki ter damlalarının içinde bir çok arkadaşımı gördüm...
Anne olmaya çalışırken bir kadının çektiği o kutsal acının içinde eriyip gidebiliyorum bazen.
Kefaret diyorsunuz siz buna…
Benim ırkım varoluşunu sana ve senin gibilere borçlu.
Kim olduğumu merak ediyor musun?
Aslında seni hep uyardım ben... Seslendim sana… Boşlukta yankılandı sesim…
Bazen baktın, gördüğünü zannederek umutlandım… Senin için umutlandım…
Ama sonra acele ile uzaklaştın yanımdan… Çünkü hayatın seni çağırdığını düşünüyordun…
Başka başka yüzlerle geçtim önünden sonra, tanımadın…
Hatırlamanı bekledim hep…
Hatırlamanı ve af dilemeni…
Kim olduğumu anladın değil mi?
Ben senin kalbinin katılığıyım… Günahlarınım… Yaptığın haksızlıklarım…
Bana sen hayat verdin…
Gittiğin yere seninle gelmek kaderim benim…
Nasıl diyordunuz siz insanlar,
“Her şey bir gün sahibine geri döner…’’
Sen yuvana dönüyorsun… Ben de…
Kaderimden kaçamam… Sen de kaçamazsın…
Son kez söylüyorum dinle;
“Yaşamak, hızlı bir ölme biçimidir…’’