Şair Nâbî, Sultan 4. Mehmed döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvere’ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Resûlullah (sas) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz. Peygamber’in (sas) beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’nın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine, “Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin? ” der. Müezzin şöyle cevap verir: “Bu gece rüyamda Efendimiz’i (sas) gördüm, bana dedi ki: ‘Ya müezzin kalk yatma. Benim ümmetimden bana âşık bir zât benim kabrimi ziyarete geliyor. Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir. İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et.’ dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimiz’in iltifatına mazhar olan âşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum. Öğretildiği gibi okudum.” Nâbî, “Ümmetimden mi dedi? ” diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.